top of page

Ramazan Psikolojisi

Ramazan’ı, anlamına uygun geçirebilmek önemli. Bunun için Ramazan’ın insanlara hem dünyevi, hem uhrevi açıdan neler sağladığı bilindiğinde çok daha etkili olur. Kendi alanım itibariyle bakarsak Ramazan’ın insanın ruh yapısına, sosyal ve toplumsal psikolojisine etkileri var. Birey açısından ele aldığımız zaman Ramazan üç yönlü bir ibadet ayı: Birincisi, malî ibadet. Para yönetimi açısından insana gerekli. İkincisi; kişinin ruhsal yapısını, duygularını, arzularını, dürtülerini yönetmesini sağlıyor ve bu şart. Üçüncüsü, sosyal duygu ve sosyal ilişki yönetimi söz konusu. Dolayısıyla bu üçünü de ayrı ayrı değerlendirmek gerekir.

Ramazan, Duygu Yönetimi Eğitimidir Ramazan’ın en önemli özelliği oruç. Oruç; kişinin yeme isteğini, arzusunu, talebini, hevesini bastırması, ertelemesi ve daha sonra iftarla bunu sonuçlandırması demektir. Yemek, bir insan için direkt ödül-ceza sistemini çalıştıran en önemli şey. Açlık, tokluk, susuzluk, zevk peşinde koşmamak ve o zevkleri erteleyebilmek. Bir insanın hayattaki en önemli becerisi de ödül ve cezayla ilgili kişinin kendisini eğitmesi, beynin ön bölgesini geliştirmesidir. Diyelim vücudumuzdaki bir kasın gelişmesini istiyorsak onunla ilgili pasif ve aktif egzersiz ve sporlar yaparak onu güçlendiririz. Son yıllarda yapılan araştırmalarda, beynin prefrontal bölgesinin kişinin düşünce bölgesi olduğu anlaşıldı. Kişi, canı bir şey istediği zaman o istediği şey çıkarına uygun mu değil mi, güvenli mi güvensiz mi, geçerli mi geçersiz mi diye bir karar vermesi gerekiyor. Kişi yolda giderken canı bir şey istedi veya kıymetli bir şey gördü, almak istedi. Böyle durumlarda hemen “dur, düşün, yap” demesi gerekiyor. Bu da beyni yaş ilerledikçe güçlendiriyor. Ama çocuksu duyguları olan bir kimse, onun uygun olup olmadığını düşünmeden hemen hoşuna giden şeyi yapmak ister. Özellikle ergenlik döneminde ve daha sonra kişinin bu yaşam ve psikososyal beceriyi kazanması gerekiyor. Ramazan’ın bireye en önemli etkisi, kişinin beynindeki ödül-cezayla ilgili kontrol sistemini geliştirebilmesidir. Canı bir şey istiyor, fakat onu ertelemeyi öğreniyor. “Dur, düşün, yap” yapıyor. Daha sonra onu zamanı gelince kullanmayı öğreniyor. Bu da duygu yönetimini öğrenmesi demektir. Yani kişi, Ramazan ayında açlık duygusunu eğiterek, açlık dürtüsünü terbiye ederek aslında beynindeki fren mekanizmalarını geliştiriyor. İnsanı bir araba gibi düşünelim, arabayı hareket ettiren motordur. Fakat onun nereye gideceğini direksiyon yönetir. Ama nerede yavaşlayacağı, nerede hızlanacağıyla ilgili fren mekanizması gerekir. Ramazan orucu, bir insanın duygularına, arzularına hareket veriyor ama onu nasıl yöneteceğimizi şoför kısmındaki kişinin belirlemesi gerekir. Ramazan bunun eğitimini veriyor. Ramazan’ın insana diğer katkısı da kişinin sosyal duygularını yönetebilmesidir. Sosyal duygularını yönetirken insanda sebat eğitimine ihtiyaç var, buna dayanıklılık eğitimi de deniliyor. Bu da psikososyal becerilerden birisidir. Kişinin hayatta ilerlerken önüne çıkan bazı durumlar var. Böyle durumlarda hızla giden bir insanın bazen beklemesi de gerekiyor. Ramazan; sabır, sebat, tahammül gibi duyguların eğitildiği bir dönemdir. Sabır dediğimizde bir kenara çekilip katlanmak değil; aktif sabır, hareket halinde sabrı kastediyoruz. Mesela kişinin bir hedefi vardır ve o hedefine giderken zaman zaman yavaşlamaya karar verir, bekler. Bu yavaşlamak o kişi için geri kalmak değil, doğanın hız ve ritmine uygun davranmaktır. İşte Ramazan’da kişi, bu sosyal ilişkilerinde nerede duracağını, isteklerini ne kadar erteleyebileceğini öğreniyor.

Empati Ayı Ramazan En önemlisi de sosyal duygulardan empatiyi öğrenmiş oluyor. Birincisi; özbilinç, kendini tanıma. İkincisi; özyönetim, kendini yönetme. Beynini güçlendirmeyle ilgili. Üçüncüsü; sosyal bilinç, başkalarını tanıma, empati yapabilme. Dördüncüsü, ilişki yönetimi. Bunların hepsine baktığınızda kişi, duygularının yönetimiyle ilgili beceri kazanmasının sonucunda karşı tarafın isteklerini, ihtiyaçlarını da dikkate almayı öğreniyor. İnsanoğlunu doğal haline bırakırsanız sadece kendi çıkarını, heveslerini düşünme eğilimindedir. İnsan sosyal bir varlıktır. Genetik olarak baktığımızda insan, tek başına yaşamaya göre değil, sosyal bir dokunun parçası olmaya göre programlanmıştır. Bunun için de sosyalliği öğrenmesi, başkalarının duygularını, ihtiyaçlarını görmesi gerekiyor. Bu empatide de en önemli nokta “Bana yapılmasını istemediğim şeyi başkasına yapmamalıyım.” düşünce kalıbıdır. Ramazan, bu empatiyi geliştiren bir zaman dilimidir. Diğer yönden insanın “Başkası açlıktan ölse bana ne!” tarzında bencilce düşünceleri var. Ramazan, bu tarz düşüncelerin tedavi edildiği ve değiştiği aydır. İnsanoğlu, Ramazan’da başkalarının çektiği sıkıntıları, zorlukları, açlıkları da fark edebilmeyle ilgili bir deneyim yaşıyor. Çünkü kendisinden beklenmedikçe hiç kimse, başkasının çıkarını düşünmek gibi bir çaba içerisine girmiyor. İnsanı doğal haline bırakırsanız benmerkezci olmaya daha yatkındır. Kişinin, kendisini bu yönlerde de eğitmesi gerekiyor. Ramazan, bu bencillik duygusunu eğitmek için de çok önemli bir dönem ve iklimdir. Ramazan ayında yardımlaşma olduğu için aileye de katkısı var. Herkese çocukluk dönemini sorarsanız şöyle söyler: “Nerede o eski Ramazanlar?” Aslında herkes kendi eski Ramazanını anlatıyor; milletin, toplumun eski Ramazanını değil. Herkesin eski Ramazan’da yaşadığı çocukluk dönemi çok hoştur. Çünkü Ramazan’da aile daha çok bir araya gelir, birlikte yemek yemeler, zaman geçirmeler daha fazladır. Ramazan’da toplumdaki suç ve şiddet azalmıştır. Bakırköy Bağımlılık Merkezi’nin yaptığı bir çalışmaya göre Ramazan’da alkoliklerin % 50’si alkolü bırakıyorlar. Bu demektir ki çocuklara daha iyi davranıyorlar, aile içerisinde problemler daha az çıkıyor. Yine Ramazan’da çocuklarla ilgilenme, yardım etme artıyor. İnsanları sevmek, merhametli olmak gibi duygular Ramazan’da yoğun yaşanıyor. Bunun da çocuklara olumlu etkisi oluyor. Aslında “eski Ramazanlar” derken, biz kendi çocukluğumuzda bilinçaltımıza yazılmış güzel anıların özlemiyle bunu söylüyoruz. Bu şekilde yorumlamak daha doğru olur diye düşünüyorum.

Ramazan Sosyal Bağları Güçlendiriyor Ramazan’ı toplum psikolojisi açısından ele aldığımızda toplumda paylaşma duygusunu arttırıyor. Ramazan’ın infak olarak da bilinen malî bir ibadet ayı özelliği de var. Çünkü sadece Ramazan’da evine et giren insan çok fazladır. Refah düzeyi yüksek diğer insanların sahip olduğu şeyleri, sadece Ramazan’da görüp yaşayabilen çok aile vardır. Dolayısıyla yoksul, güçsüz, aciz insanlara çok yarayan bir dönemdir Ramazan. Hatta şöyle söylenebilir: Ramazan, dezavantajlı insanlar için çok kıymetli bir aydır. Dezavantajlı insanlar kimlerdir? Hastalar, zayıflar, yoksullar, çocuklar gibi diğer insanlara göre birçok konuda avantajları iyi olmayan kişiler. Ramazan’da bu gibi kişileri herkes daha çok görmeye eğilimlidir. Dezavantajlı insanlar Ramazan’dan çok daha fazla faydalanırlar ve kendilerini daha iyi hissederler. Sosyal bağları güçlenir. Bu nedenle Ramazan’ın, toplumun sosyal dokusunu güçlendirici, sosyal bağları ve duyguları arttırıcı etkisi var. Dolayısıyla bir arada olmanın kültürel olarak toplumda yerleşmiş olmasının Ramazan’da çok büyük oranda desteklendiğini görüyoruz. Hatta birçok Müslüman toplum, kültürel endoktrinasyon denilen durumu yaşamıştır ama Ramazan kaldırılamamıştır. Her şey yasaklandığı halde bayramlar ve Ramazan yasaklanamamıştır. Çünkü Ramazan, insanların kolektif bilinçaltına yerleşmiştir ve ritüellerle birlikte devam etmeyi başarmıştır. Bu, Ramazan’ın insandaki psikolojik ihtiyaçları ve aynı zamanda psikososyal bazı talepleri karşılamasıyla çok yakından ilgili. Bu nedenle Ramazan dönemini, hem aile ve çocuklarla birlikte hem de toplum ve insanlık olarak kendimizden daha dezavantajlı kişilerin de farkına vararak geçirmek gerekir.

Varoluşunun Anlamına Uygun Yaşamak Yine Ramazan’ı, kişinin özeleştiri yapabilmesi ve varlık amacına uygun yaşaması için kendini sorguya çekebileceği bir ay olarak düşünmeliyiz. Ayrıca Ramazan ayı, insanın ölüm konusunda da açıklama getirmesi için bir fırsattır. Çünkü kişi Ramazan’da, Allah’ı ve O’nunla olan ilişkisini de düşünüyor. Oysa insan günlük yaşantı içerisinde işini, ailesiyle ve çocuklarıyla olan ilişkilerini düşünüyor. Ama bir insanın hayattaki ilişkisi sadece çalıştığı iş hayatındaki mesleki sorunlar ya da aile ve sosyal ilişkileri değildir. Bir de insanın Allah ile olan ilişkisi vardır. “Allah’ın ondan beklentileri, talepleri nedir, ben dünyaya ne için geldim, neden varım, hayatın anlamı nedir?..” gibi soruları da sorarak varoluşunun anlamına, varoluşun psikolojisine uygun yaşamayı da sorgulayan bir aydır Ramazan. Bu nedenle Ramazan, insanı insan yapan birçok özelliğin kazanıldığı zamandır. Kişilerin belli bir yeme, içme ve sosyal davranış kalıpları vardır. Ama Ramazan’da özellikle ilk 3 gün, bazen 5 gün, kişi bu davranış kalıpları konusunda bir değişiklik yapıyor. İşte bir açlık kürüne giriyorsunuz ve vücuttaki dokular ve organlar (karaciğer, bütün kaslarınız, beyin hücreleriniz dâhil) beklemediği bir durumla karşılaşıyor. Şuna benzetebiliriz: Bazı arıtma cihazları gece belli bir saatte ters çalışıp kendi içini temizler ve bu onun daha uzun ömürlü olmasını sağlar. Bir anlamda detoks yapıyor, toksinlerini ayıklıyor, temizliyor, kendini rahatlatıyor. Ramazan’da da bedensel olarak kişi, organlarına alışkanlıklarını terk ettirerek yeni, kullanmadığı hücreleri ve dokuları harekete geçiriyor. Kan şekeri düştüğü zaman yağ dokusunu daha aktif kullanmaya başlıyor. Ramazan fiziksel olarak böyle bir geçiş yaptığı için, kişilerde kan şekeri düşüyor. Beyin de direkt kandan şeker alıp beslenen bir organ. Dolayısıyla kişide strese dayanıklılık düşüyor ve öfkeye bir yakınlık ortaya çıkıyor. Ama bu, ilk 3-5 gün içerisinde geçiyor. Kişi “Ben bu orucu tutacağım ve Ramazan’ı kesinlikle sağlıklı bir şekilde tamamlayacağım.” tarzında inanıyorsa beyni buna göre programlanıyor. Böylelikle ilk 3 günden sonra midedeki asit salgılaması iftara doğru kaymaya başlıyor. Çünkü vücudu yöneten organ beynimiz. Beyinde her organın nasıl çalışacağı programlanmış. Biz programı değiştirerek “Ben 1 gün aç kalacağım, akşam yemek yiyeceğim.” diyoruz. Hatta mide ülseri olan bile şaşırıyor, “Oruç tuttuğum halde mideme bir şey olmadı. Hiç aç kalamazdım.” diyor. Çünkü beyin, mideye “asit salgısı salgılama” komutu veriyor. Bunu şöyle bilebiliriz: Bir insan “sabah 4’te kalkacağım” diye inanarak yatarsa saati kurmadan kalkar. Ama “kalksam da olur, kalkmasam da” şeklinde ya da gönülsüz yatarsa o saatte uyanamaz. Ramazan orucuna inanarak kalpten, gönülden tutan kişiler öfkeyle ilgili kontrol zorluğunu çok fazla yaşamıyorlar. Ama toplum baskısıyla ve istemeye istemeye oruç tutan kişiler bu öfke durumunu daha çok yaşıyorlar. Dolayısıyla belli bir yüksek amaç, yüksek ideal ve ölümden sonraki hayata kendini hazırlaması için insanın sinir sistemini yönetmesi önemli. Burada da kendini bir eğitimden geçiriyor. Savaşa giden bir askerin açlık eğitiminden geçmesi, çeşitli fiziksel egzersizlerle bedenini ve zihnini zorlaması gibi insanın da gelecekteki yüksek menfaatler ve ölüm ötesi kazançlar için bu sorumluluğu yaşaması gereklidir. Eğer kişi böyle inanıyorsa, kan şekerinin düşmesinden dolayı ortaya çıkabilecek sinirlilik dönemini rahatlıkla tolere edebiliyor.

Son Yazılar

Hepsini Gör
E-Dergimizin 2025 sayısı çıktı

<p>İslami Psikoloji Yıllık E-Dergimizin 2025 sayısı çıktı 🌿 Elhamdülillah Dergiye aşağıdaki linkten ulaşabilir ve indirebilirsiniz: <a href="https://drive.google.com/file/d/1e28QGqY4KzmmSTHP1O4ERR9Ic

 
 
 

Commenti


bottom of page